Göğsümüzü yakan közler var, gri bulutların kaçıştığı
Dokunmaktan korkuyoruz, avuçlamaktan yüreğimizin ateşini
İçimizi ferahlatan geceler yok artık, hüzünler var, gelip giden durmadan, bir sarkaç gibi
İnadına inadına boşaltıyor beyaz köpüklerini çağlayanlar gibi yüreğimizin acıları
Her solukta kucak açardık oysa sevdalara,
Irmak olur, nehir olur, gürül gürül akarak karışırdık okyanuslara
Dökülür yatağına, yok olurduk hiç yokmuşuz gibi bu dünyadan.
Karmakarışık çiçeği burnunda sıkıntılarla sarmalanmışız
Uzaktan el eden rengarenk gökkuşağını boğuyoruz bulanık düşlerle şimdi
Uzadıkça uzuyor duvarlara yapışan gölgelerimiz
Kaç parça herkesin gövdesi anlamak boşuna
Kucak kucak çiğdemler soyduk, yıldız yıldız serptik çayırlara
Ne içimiz rahatladı, ne umduğumuzu bulduk, unuttuğumuz acıları kim getirdi bilemedik.
Hiçlikler içindeyiz sessizliğin içinde geceye sızan
Derin bir boşluk var kapkara, sürüp giden bilinmeze doğru,
Nasıl yürürüz esenliklere, nasıl, geriye dönebilir miyiz
Şafağın uyanma vaktine kadar, damıtarak yüreğimizi gri düşlerden.
Koyulup gidiyoruz, içimizin en dip yaralarına sarılarak
Bekleyen sabır çiçeklerini sulayarak
Öğrenmeye çalışıyoruz bazen sessizlik içindeki belirsizlikleri
Sökün ediyor türlü türlü sorular, iki ile ikiyi çarpıyoruz, topluyoruz dört etmiyor
Olmuyor bir türlü olmuyor, yenik çıkıyoruz kendimizle dalaşarak.
Yalnızlığın güneşi bir ağaç gibi sarkıyor üstümüze
İçimizde anlamsız büyüklüklerle dolu boşluğa çıkan gölgeler var
Teni siyaha çalmış zamanın gözleri var, çekip giden ateş böcekleri,
Işığını arayan tomurcuğun, uykularımıza sızan yasak öpüşmelerin izleri var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder